Yaşadığımız büyük deprem felaketinin ardından hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet, ailelerine ve yakınlarına sabır dileyen Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener; ‘’Allah, ailesiz kalan çocuklarımızı korusun. Allah, çadırlarda kalan depremzedelerimize direnme gücü versin. Allah, yaralarımızı sarmak için ter döken görevlilerimize, gönüllülerimize, güç kuvvet versin. Yaralı vatandaşlarımızın, bir an önce sağlığına kavuşmaları için dua ediyorum. Hepimizin başı sağ olsun, hepimize geçmiş olsun.’’ dedi.Böyle büyük afetlerde iktidar-muhalefet ayrımı olmadan devletin bütün imkânlarının ortak bir şekilde seferber edilmesi gerektiğine vurgu yapan Genel Başkanımız, ‘’Ben Sayın Erdoğan’ın yerinde olsaydım bütün partilerin Genel Başkanlarını arar, en geç saat 08.00’de bir araya getirirdim. Çünkü bu büyük afetlerde bütün imkânlar yan yana gelmelidir. Bütün belediyelerin imkânları; ‘senden, benden’ demeden, kişilerin imkânları, görüşleri; kuruluşların imkânları, merkezî hükûmetin imkânları bir araya gelir hem ekonomik unsurlar bir araya gelir hem insani unsurlar bir araya gelir ve hep birlikte bu afetin, bu enkazın altından kalkmaya çalışılır. Bu yapılmadığı gibi her televizyon konuşmasında, her bir beyanatta tam tersine şuculuk- buculuk dili devam etti.’’ diye konuştu.
72 saatin ardından Afet Bölgesi’ne giden ve oradaki izlenimlerini Meclis kürsüsünden aktaran Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, ilk 3 gün boyunca bölgede yaşanan organizasyon krizine, 5’inci günde arama-kurtarma ekiplerinin ulaşamadığı enkazlara, bekledikleri yardım gelmeyen vatandaşlara, cenazesine kefen bulamayan insanlara, 7’nci günde çadır bekleyen ailelere; barınma, ısınma ve hijyen ihtiyaçlarını karşılayamayan tuvalet sorunuyla uğraşan vatandaşlara dikkat çekerek;
‘’Biz 1999 depreminin üzerinden geçen 24 yılın ardından 6 Şubat’ta sadece deprem gerçeğiyle yüzleşmedik. Biz aslında 24 yıl sonra hiçbir dersin alınmadığı gerçeğiyle yüzleştik. Sadece beton blokların değil, ahlakın da çürüdüğü gerçeğiyle yüzleştik. Yapı denetim sisteminin, işlemediği gerçeğiyle yüzleştik. Rant sevdasının, hırsızlığın, yolsuzluğun, acı reçetesiyle yüzleştik. İmar affının, çözüm değil, tam tersine ölüm fermanı olduğu gerçeğiyle yüzleştik. Tedbirsizlikle, iş bilmezlikle, liyakatsizlikle yüzleştik.’’diye konuştu.
Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçildiğinden beri devletin kurumsal yapısının bozulduğunun yaşadığımız krizlerde daha net karşımıza çıktığını ifade eden Genel Başkanımız, yaşadığımız deprem felaketine karşı iktidarın hiçbir ciddi hazırlığının olmadığını;
‘’Ülkemizde, deprem sonrasında arama kurtarma için, vinç olmadığını; ‘10 tane vinç kiraladık.’ diye övünen Cumhurbaşkanı yardımcısından öğreniyoruz. Yine aynı kişinin; yerle bir olan, Elbistan’a 20 kişilik bir ekip gönderdiğini açıklamasıyla arama-kurtarma ekiplerimizin ne kadar yetersiz olduğunu görüyoruz. Kahramanmaraş’ta depremzede vatandaşlarımız, geceleri, eksi 18 derece soğukla, mücadele etmeye çalışırken Teknoloji Bakanı’nın 1 milyon battaniye üretmekten duyduğu, gururu izliyoruz. Bir yandan, iktidar mensupları tarafından yol şartlarından ötürü, gecikme yaşandığı söylenirken, diğer yandan Ulaştırma Bakanı’nın; ‘Dayanıklı yollar sayesinde, ulaşım kesintisiz sağlanmış oldu’ dediği yaman bir çelişkiye, şahit oluyoruz. Depremin ertesi gününde, birçok ilimizden, doğru düzgün haber bile alamazken Türk Kızılayı Başkanı’nın; ‘Ulaşılamayan bir nokta yok’ diyerek kendini bile inandıramadığı, yalanına maruz kalıyoruz. Bir vatandaşımız; ‘Yardım edin, bir vinç gelsin, bir ekip gelsin’ diye feryat ederken; eski bir bakanın, acılı babanın yüzüne bile bakmadan telefonuyla oynadığı aymazlığa şahit oluyoruz. Binlerce insanımız, enkaz altında can verirken Hazine ve Maliye Bakanı’nın tek sıkıntıyı, sosyal medyadaki haberlerden ibaret gördüğü ve kamera kadrajına girme peşinde, eski başbakana omuz attığı bir büyük kepazeliği izliyoruz.’’ sözleriyle ifade etti.
Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’yle birlikte tüm yetki sahibinin Sayın Erdoğan olduğunu vurgulayan Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, depremin ardından; “Günü geldiğinde, şu anda tuttuğumuz defteri açacağız” diyen, sosyal medyaya kısıtlama getiren ve ‘’Bunlar, kader planının içerisinde olan şeyler’’ diyen Sayın Erdoğan’a;
‘’Yaşadığımız felaketlerin altında yatan büyük sorumsuzluğu, gizlemek için imanımızı sömürmeye kalkmak kimsenin haddi de, hakkı da değildir. Tedbir almayıp, sorumluluğunu yerine getirmeyip milletimizin enkazdan uzanan elini tutamayıp üstüne de tevekkülden bahsedip, meseleyi kadere havale etmek; şuursuzluktur, aymazlıktır, terbiyesizliktir. Kendi beceriksizliğini; “kader planı” diyerek, perdeleyemezsin Sayın Erdoğan. Kurduğun yağma düzeninin, ağır faturasını; kader planına yükleyemezsin! Devletimizi yönetemediğin gerçeğini kader planı diyerek gizleyemezsin! Hiç kadere sığınma! Bu beceriksizliğin arkasındaki, tek sorumlu sensin sen!’’ dedi.
Sayın Erdoğan’ın 2003’teki Bingöl depreminde; ‘’Deprem, kader diyerek geçiştirilemez.’’ sözlerini, başka bir konuşmasında; ‘’Deprem felaketi, kötü yönetimin sonucudur. Tüm sorumlulardan, hesap sorulmalıdır.’’ sözlerini; ayrıca Kocaeli, Sakarya ve Yalova depreminde çadır ziyareti yaptığını ve o günkü iktidarla ilgili eleştirilerini hatırlatan Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, depremin 3’üncü gününde; ‘‘Bugün daha rahatız, yarın daha da rahat olacağız.’’ diyen sayın Erdoğan’a;
‘’Bugün, depremin 16’ncı günü. Söylesene, rahat ettin mi, Sayın Erdoğan? Tarihimizin, en büyük felaketlerinden birini yaşadık. 42 bin 310 kardeşimiz can verdi. İnsanlarımız koordinasyonsuzluktan, organizasyonsuzluktan enkaz altından kurtarılmadığı için soğuktan donarak öldü. Söylesene, rahat ettin mi Sayın Erdoğan? Hatay yok oldu, Maraş harap oldu. Adıyaman’da, Malatya’da, Kilis’te, Osmaniye’de, Diyarbakır’da, Şanlıurfa’da, Gaziantep’te, Elâzığ’da, nice ocaklar söndü. Söylesene, rahat ettin mi Sayın Erdoğan?’’ dedi.
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, depremlerin doğal afet olduğunu ancak afetin felakete dönüşmesinin sorumlusunun Sayın Erdoğan olduğunu şu sözlerle ifade etti:
‘’Doğrudur, depremler, doğal afetlerdir. Ama bu afetin, felaketle sonuçlanmasının sorumlusu bizzat Sayın Erdoğan’dır. Doğrudur, kaderde doğal afetler vardır. Ama devletin kurumlarını felç edip, felakete davetiye çıkartan bu ucube sistemdir. Doğrudur, depremin merkezi, Pazarcık ve İslâhiye’dir. Ama liyakatsiz ellerin neden olduğu, bu büyük felaketin merkezi Beştepe’dir.’’
Depremin hemen ardından iktidar medyasının ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının propaganda faaliyetlerine değinen Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener;
‘’Felaketin üzerinden geçen, 16 günün ardından açık ve net olarak gördüğümüz, bir gerçek var. Biz milletçe, canımızın derdindeyken iktidar medyası da, her zaman olduğu gibi propagandasının derdindeydi… Ama tüm çabalarına rağmen; gerçekleri yine eğip bükemediler, yine değiştiremediler. Kampanya videoları çektiler. Yasaklar getirdiler. Evlere polis gönderdiler. Ama yine de sözüm ona, asrın liderinin ve asrın sisteminin, asrın felaketine neden olduğunu gizleyemediler.’’ dedi.
İYİ Parti olarak kurulduğumuz ilk günden bu yana deprem riskinin olduğu tüm illerde milletvekillerimizin ve il başkanlarımızın depreme karşı iktidarı uyardıklarını belirten Genel Başkanımız; ‘’Deprem Vergisi’nin akıbetinden afet toplanma alanlarının giderek azalmasına kadar birçok konuyu gündeme getirdik. ‘Deprem değil, ihmal öldürür.’ dedik. Dinlemediler. Hemen hemen, her meclis grup konuşmasında liyakatin öneminden bahsettik, duymadılar. AFAD gibi, bu ülkenin canını emanet ettiği bir kurumda, liyakati önemsemediler. Önlerine koyulan, sayfalarca analiz ve rapordaki gerçeği görmezden geldiler. Kendilerinin bile inanmadığı, tribün tatbikatları yaptılar, ders almadılar. SMS göndermekten bile aciz olduklarını, görmelerine rağmen, telekomünikasyon sorunlarını gidermediler ve sonuç olarak yüzyılımızın en büyük depremine, yüzyılımızın en beceriksiz, en aciz iktidarıyla yakalandık.’’ diye konuştu.
Deprem bölgesindeki göç hareketliliği konusuna dikkat çeken Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener; ‘’Öncelikle Hatay’dan başlayarak, tüm Türkiye’de yabancılara konut satışının, durdurulması çağrımı buradan da tekrarlıyorum. Bu çağrımın, ne anlama geldiğini, idrak edemeyenlerin zaten bu sorunu, bizzat çıkaranlar olduğunu, kimse unutmasın! Bizim amacımız, insanlarımızın, evlerine, yurtlarına, geri dönmesi; hiçbir vatandaşımızın, herhangi bir hakkının, kaybolmamasıdır. Çünkü kadim devlet geleneğimizde, devleti yönetenler, sınırlarda güvenliği, içeride ise huzuru, temin etmekle sorumludur. Çünkü sınır güvenliği ve milletin huzuru, ülkenin varlığı için vazgeçilmezdir.’’ diyerek bölgedeki insanların mülklerini korumalarına yönelik hukuki bir çerçevenin oluşturulması ve farkındalık çalışmalarının organize edilmesi gerektiği konusunda Sayın Erdoğan’a uyarıda bulundu.
Depremden etkilenen şehirleri onarma konusunda yeni bir usulsüzlüğe ve çarpıklığa izin vermeyeceklerini söyleyen Genel Başkanımız, sığınmacı probleminin çözülmesi konusunda;
‘’Artık, sığınmacı problemini çözme vakti gelmiştir. Buradan iktidarı başlayacak olan yeni inşa süreci kapsamında sığınmacıları, ülkelerine geri göndermeye bunun için de, gerekli adımları atmaya ve diplomatik görüşmeleri, derhal başlatmaya davet ediyorum. Biz, en kısa zamanda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, bu konuda görüşmeye çağıracağız. Eğer Sayın Erdoğan’ın inadı hala sürüyorsa, daha önceki çağrımı da bu vesileyle buradan yineliyorum. Milletimiz için, devletimiz için, ben bu görüşmeleri yapıp bu sorunu çözmeye hazırım. Bizler hazırız.’’ diyerek bu konuyu çözme noktasında iktidara çağrıda bulundu.
Depremin olduğu ilk günden itibaren partimizin tüm kadrolarıyla sahada olduğunu ifade eden Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener;
‘’Arama kurtarma ekipleri kurduk, enkazdan insanlarımızı çıkarttık. Bölgedeki ihtiyaçları tespit ettik, yardımlarımızı yönlendirdik. 600’ün üzerinde yardım tırını, depremzede kardeşlerimize ulaştırdık. Sahra hastaneleri kurduk. Aşevleri kurduk. Seyyar tuvaletler, çadırlar götürdük. Açıkta kalan insanlarımızı, bölgeden tahliye ettik, konaklama sağladık. Gün, eleştirme günü değildir dedik. Taşın altına elimizi koyduk, AFAD’a yardımcı olduk. Gün, ayrışma günü değildir dedik. Deprem bölgesindeki risklere karşı, yetkilileri uyardık. Gün, yangın söndürme günüdür dedik. Çözüm önerilerimizi paylaştık. Bir yandan bu depremin ülkemizin, demografik yapısını değiştirmemesi için ne yapılması gerektiğini söylerken; diğer yandan da, üniversiteler kapatılmasın, eğitime ara verilmesin diyerek depremzede kardeşlerimizin barınma sorunlarını KYK yurtlarını kapatmadan nasıl çözeceğimizi anlattık.’’ diyerek tüm gözlemlerimizin ve çalışmalarımızın sonucunda hazırladığımız Acil Eylem Planı’nı anlattı.
Acil Eylem Planı’nda; tarımdan sağlığa, sanayiden istihdama, eğitimden, kurumsal kapasitenin güçlendirilmesine, sığınmacılardan barınma sorununa kadar hayati önem taşıyan birçok alanda kısa, orta ve uzun vadede ne yapılması gerektiğini ifade eden Genel Başkanı Meral Akşener, Millet İttifakı olarak bu çerçevede bir komisyon kurduklarını ve çalışmalarını ortaklaştırıp en kısa zamanda kamuoyuyla paylaşacaklarını belirtti.
Deprem felaketinin ardından Afet Bölgesi’nde sürdürülebilir yaşamın sağlanması adına iktisadi faaliyetlerin ve üretimin yeniden başlaması gerektiğinin altını çizen Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, bu çerçevede İYİ Parti iktidarında Acil Eylem Planı’mızın yanında, ‘’İnsani Sanayi Bölgeleri’’ projemizi de hayata geçireceğimizi ifade etti.
Bu projeye göre; İnsani Sanayi Bölgelerinin, Özellikli Sanayi Bölgeleriyle aynı yapıda olacağını, İnsani Sanayi Bölgelerinin Afet Bölgesi’nde zemin çalışması yapılmış yerlerde 1.000 hektarlık alanlara kurulacağını ve uluslararası iş birliklerle dünyanın her yerine herhangi bir tarife ve kota engeline takılmadan ihracat yapma imtiyazına sahip olacağını söyleyen Genel Başkanımız, projenin detayını şu sözlerle anlattı:
‘’Böylece, depremden zarar gören illerimiz, sanayi ve ihracat için, bir çekim merkezi hâline gelecek. Türk sanayisi kazanacak, doğrudan yabancı yatırım gelecek, bölge zenginleşecek ve sağlanan nitelikli istihdam sayesinde, bölgenin demografik yapısı korunacak. Kısacası Türkiye kazanacak! 1.000 hektarlık bir İnsani Sanayi Bölgesi’nin, altyapı ve kurulum maliyeti, 8 milyar lira. Bir İnsani Sanayi Bölgesi, 30 bini doğrudan olmak üzere 65 bin kişilik istihdam sağlayabiliyor. Yani depremden etkilenen illerimizde kuracağımız, 4 İnsani Sanayi Bölgesi’yle en az 250 bin insanımıza, istihdam sağlayıp 1 milyondan fazla vatandaşımızı da kendi memleketlerinde eskisinden daha iyi koşullarda yaşatabiliriz.’’
Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, depremin başından bu yana büyük bir dayanışma ve iş birliği içerisinde seferber olan vatandaşlarımıza şu sözlerle teşekkür etti:
‘’Hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için bir olduk, beraber olduk, birlik olduk. Farklı ideolojilerden, farklı toplum kesimlerinden, farklı yaş gruplarından, farklı kültürlerden, farklı şehirlerden insanlarımız, birbirinin yardımına koştu. Ve bu büyük millet, devletini, aciz bir iktidarın, üzerine yıktığı enkazdan, çekip çıkarttı. Kendinden olmayan ya da çökmeyi başaramadığı tüm sivil toplum kuruluşlarına, hasetle bakan iktidara inat sivil toplumun önemine ve gücüne, şahitlik ettik. Bu vesileyle; emek veren, ter döken, depremden etkilenen insanlarımızın acısını, yüreğinde hisseden her vatandaşımıza, her siyasi partiye, her derneğe, madenci kardeşlerimize, arama kurtarma gönüllülerine; iktidarın iş bilmezliklerine rağmen görevini hakkıyla yapmaya çalışan, devlet görevlilerimize ve yardımımıza koşan tüm ülkelere ayrı ayrı teşekkür ediyorum.’’
Deprem felaketiyle birlikte seçim tarihinin de gündeme gelmesine değinen Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener; ‘’İnsanlarımızın mağduriyetlerini, fırsat bilip bu depremi, bir inşaat şovuna dönüştürmeyi planlayanların farkındayız. Bu büyük felaketin sorumlusu, kendileri değilmiş gibi, felaketten seçim vaadi devşirmeye kalkanların farkındayız. Depremi bir sahne olarak görüp sergiledikleri performansla, öfkeli insanlarımızı bireysel hedefleri doğrultusunda etkilemeye çalışanların farkındayız. Fırsat bu fırsat diyerek depremzedelerimizin acılarının üzerinden hesap görmek isteyenlerin farkındayız. Bulanık suda balık avlamak isteyenlerin, yangını söndürmenin değil, yangından mal kaçırma peşinde olanların da elbette farkındayız. Varsın olsun. Biz, İYİ Parti olarak bunların hiçbiriyle ilgilenmeyecek; her zaman olduğu gibi, milletimizin yanında duracağız. Öncelikle, depremden etkilenen vatandaşlarımızın, yaralarını saracağız. Sonrasında ise; ülkemizin başına bela edilen bu ucube sistemden, kurtulmak için var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz.’’ diyerek konuşmasını tamamladı.
Grup Konuşmasının Tamamı:
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Yakın tarihimizin, en büyük acısını yaşıyoruz.
Ama tüm acılarımıza rağmen, her zaman olduğu gibi, yan yanayız.
Ve bu yarayı, hep birlikte saracağımızın farkındayız.
Çünkü, ne olursa olsun, bizim mayamızda;
Kardeşlik var.
Dayanışma var.
Zor günlerde, kenetlenme var.
Toplu vuran, sinmeyen ve asla yılmayan, yüreklerimiz var.
Bu, dün de böyleydi;
şükürler olsun, bugün de böyle.
Ve yürekten inanıyorum ki, yarın da böyle kalacak.
Şüphesiz;
Yaşadığımız bu felaketin izleri,
ne hafızamızdan, ne de kalbimizden silinmeyecek.
Hayatla ölüm arasındaki, o ince çizgiyi,
Memleketimizi yasa boğan, o büyük acıyı,
Tüm Türkiye’nin kulaklarını çınlatan, o feryatları,
asla unutmayacağız.
Nice hayatların, nice hayallerin,
moloz yığınlarının, altında kalışını unutmayacağız.
Tertemiz niyetlerle uyunan bir geceye,
çamurun sıçradığı, o karanlık sabahı unutmayacağız.
Sesini duyuramayan evlatlarımızı,
annelerimizi, babalarımızı, kardeşlerimizi unutmayacağız!
Başkaları unutabilir.
Biz, dün de unutmadık, bugün de unutmayacağız.
Ve asla unutturmayacağız!
Elbette ki, acının asıl sahibi,
depremi şehrinde, mahallesinde, köyünde yaşayan vatandaşlarımızdır…
Binlerce ailemizin can kayıpları var.
Kaybettikleri evleri, işyerleri, birikimleri var.
Hatıraları, anıları var.
Kaybolan çok şey var…
Bu vesileyle;
Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza, Yüce Allah’tan rahmet,
ailelerine ve sevdiklerine, sabır diliyorum.
Allah, ailesiz kalan çocuklarımızı korusun.
Allah, çadırlarda kalan depremzedelerimize, direnme gücü versin.
Allah, yaralarımızı sarmak için, ter döken,
görevlilerimize, gönüllülerimize, güç kuvvet versin.
Yaralı vatandaşlarımızın, bir an önce sağlığına kavuşmaları için, dua ediyorum.
Hepimizin başı sağ olsun, hepimize geçmiş olsun.
Aziz milletim;
Ben, 1999 depremini bizzat yaşamış,
yakınlarını kaybetmiş bir insanım.
Dolayısıyla, deprem gerçeğiyle yüzleşmenin,
ne demek olduğunu, iyi biliyorum.
99 depremi, hepimize çok şey öğretti.
Mesela bunlardan biri;
ilk 72 saatin önemiydi.
Arama kurtarma çalışmalarının, yapıldığı yerlerde,
ayak altında dolaşmamak,
oradaki çalışmalara, engel olmamak çok önemlidir.
Çünkü ilk 72 saatte, en büyük ihtiyaç;
enkaz altındaki vatandaşlarımızın kurtarılması ,
ve bölgeye gerekli desteğin, en hızlı şekilde sağlanmasıdır.
İşte biz de tam olarak bu sebeple,
afeti öğrenir öğrenmez, Afet Koordinasyon Merkezimizi kurup,
parti olarak seferber olduk.
Milletvekillerimizi, genel başkan yardımcılarımızı, gençlik kollarımızı,
teşkilat mensuplarımızı, ve gönüllülerimizi harekete geçirdik.
Hem arama kurtarma faaliyetlerine, yardımcı olmaları,
hem de, bölgedeki eksikleri, talepleri ve ihtiyaçları, tespit etmeleri için,
10 şehrimize gönderdik.
İYİ Parti olarak, bu süreç boyunca,
bir sivil toplum kuruluşu gibi çalıştık.
Milletimizin, içine düştüğü ateşi, söndürmek için çalıştık.
Vatandaşlarımızla beraber,
hep birlikte, yaralara merhem olmak için çalıştık.
Bu vesileyle;
Deprem olur olmaz yaptığım, seferberlik çağrısına cevap veren,
parti yöneticilerimize, milletvekillerimize, il ve ilçe başkanlarımıza,
teşkilat mensuplarımıza, üyelerimize,
bir kez daha teşekkür ediyorum.
Bu arada, dikkatinizi çekmiştir:
Bugün salonda, gençlik kollarımız yok.
Onlar, “Biz bu ateş sönene kadar, hep buradayız.” dediler.
Ve hala bölgedeler.
O nedenle, gençlik kollarımızdaki, tüm evlatlarıma da,
özellikle teşekkür etmek istiyorum.
Milletimiz için, uyumadan, dinlenmeden, gece gündüz çalıştılar.
İYİ Partili olmak ne demek, herkese gösterdiler.
Göstermeye de, devam ediyorlar.
Onlarla gurur duyuyorum.
İyi ki varlar.
Ayrıca, depremin ilk gününden itibaren,
elinden geleni yapmak için çalışan,
imkânları ölçüsünde, maddi yardımda bulunan,
bölgedeki çalışmalarda emek veren,
veya duasını eksik etmeyen,
gencinden yaşlısına, erkeğinden kadınına,
her bir vatandaşımıza,
sivil toplum örgütlerimize, gönüllülerimize minnettarız.
Allah her birinizden razı olsun.
Ben de, 72 saat sonra deprem bölgesindeydim.
Yaralılarımızı ziyaret ettim, aile fertlerini,
yakınlarını, sevdiklerini kaybetmiş insanlarımıza,
taziye ziyaretlerinde bulundum.
Yürütülen çalışmaları, yerinde gördüm.
Depremzede vatandaşlarımızın, taleplerini dinledim.
Özellikle ilk 3 gün boyunca, bölgede yaşanan organizasyon krizi,
vatandaşlarımızın canını yakan, başlıca konulardan biri oldu.
5’inci günde bile, hâlâ arama kurtarmanın ulaşamadığı enkazlar vardı.
O enkazların başında, binlerce insanımız,
yakınlarının, enkaz altında, gün geçtikçe azalan seslerini dinlediler.
Evlatlarını çıkarma ümidiyle, günlerce beklediler.
Kimisi, evladının sesini duymuş.
Enkaz altındayken, onunla konuşmuş.
Yüzlerce kiloluk betonları, elleriyle kaldırmaya çalışmış.
Ama beklediği yardım gelmemiş.
Acısına, bir de bu çaresizliğin getirdiği acı eklenmiş.
Enkaz altından kurtulan vatandaşlarımızın, çektiği çile de ayrıydı.
Cenazesine, kefen bile bulamayan, insanlarımız vardı.
Depremin, 7’nci gününde bile, çadır bekleyen aileler vardı.
Dondurucu soğukta, barınma, ısınma ve hijyen ihtiyaçlarını karşılayamayan,
günler boyunca tuvalet sorunuyla uğraşan, vatandaşlarımız vardı.
Ez cümle;
Biz, 1999 depreminin üzerinden geçen,
24 yılın ardından, 6 Şubat’ta,
sadece deprem gerçeğiyle yüzleşmedik.
Biz aslında, 24 yıl sonra, hiçbir dersin alınmadığı gerçeğiyle yüzleştik.
Sadece beton blokların değil, ahlakın da çürüdüğü gerçeğiyle yüzleştik.
Yapı denetim sisteminin, işlemediği gerçeğiyle yüzleştik.
Rant sevdasının, hırsızlığın, yolsuzluğun, acı reçetesiyle yüzleştik.
İmar affının, çözüm değil,
tam tersine, ölüm fermanı olduğu gerçeğiyle yüzleştik.
Tedbirsizlikle, iş bilmezlikle, liyakatsizlikle yüzleştik.
Aziz milletim;
Ülkemizin içine hapsedildiği, tek adam sistemiyle,
devletimizin kurumsal yapısının,
nasıl can verdiğini, senelerdir anlatıyoruz.
Ancak ne yazık ki, bu gerçek,
kendisini, kriz anlarında daha net belli ediyor.
Ormanlarımız yanıyor;
Söndürecek uçağımızın olmadığını, yangın sırasında öğreniyoruz.
Paramız, ani kur ataklarıyla pul oluyor;
Merkez Bankamızda para kalmadığını,
dolar, 3 katına çıktığında öğreniyoruz.
Ve maalesef, deprem oluyor.
Binlerce vatandaşımız,
enkaz altında yardım bekliyor,
soğukta çadır bekliyor,
tuvalet bekliyor,
aş bekliyor;
ve biz, iktidarın hiçbir ciddi hazırlığının olmadığını,
afet yönetiminin çöktüğünü,
Sayın Erdoğan ve ekibinin, acizliğini görüyoruz.
Mesela;
Ülkemizde, deprem sonrasında,
arama kurtarma için, vinç olmadığını;
“10 tane vinç kiraladık.” diye övünen,
Cumhurbaşkanı yardımcısından öğreniyoruz.
Mesela, yine aynı kişinin;
Yerle bir olan, Elbistan’a;
20 kişilik bir ekip gönderdiğini açıklamasıyla,
arama-kurtarma ekiplerimizin,
ne kadar yetersiz olduğunu görüyoruz.
Mesela;
Kahramanmaraş’ta depremzede vatandaşlarımız,
Geceleri, eksi 18 derece soğukla, mücadele etmeye çalışırken;
Teknoloji Bakanı’nın;
1 milyon battaniye üretmekten duyduğu, gururu izliyoruz.
Mesela;
Bir yandan, iktidar mensupları tarafından,
yol şartlarından ötürü, gecikme yaşandığı söylenirken,
Diğer yandan;
Ulaştırma Bakanı’nın;
“dayanıklı yollar sayesinde, ulaşım kesintisiz sağlanmış oldu” dediği,
yaman bir çelişkiye, şahit oluyoruz.
Mesela;
Depremin ertesi gününde,
Birçok ilimizden, doğru düzgün haber bile alamazken;
Türk Kızılayı Başkanı’nın;
“Ulaşılamayan bir nokta yok” diyerek,
kendini bile inandıramadığı, yalanına maruz kalıyoruz.
Mesela;
Bir vatandaşımız;
“Yardım edin, bir vinç gelsin, bir ekip gelsin” diye feryat ederken;
Eski bir bakanın, acılı babanın yüzüne bile bakmadan,
telefonuyla oynadığı, aymazlığa şahit oluyoruz.
Mesela;
Binlerce insanımız, enkaz altında can verirken,
Hazine ve Maliye Bakanı’nın;
Tek sıkıntıyı, sosyal medyadaki haberlerden ibaret gördüğü,
ve kamera kadrajına girme peşinde, eski başbakana omuz attığı,
bir büyük kepazeliği izliyoruz.
Oysa iktidar, karar mercii olduğu kadar,
aynı zamanda, sorumluluk merciidir.
Ancak Ak Parti iktidarında, hiç kimse sorumluluk almıyor.
Hiç kimse, hesap vermiyor.
Bir Allah’ın kulu bile, istifa etmiyor.
Ne diyeyim.
Yazıklar olsun.
Onlar zerre utanmıyor ama ben utanıyorum.
Onlar adına utanıyorum.
Bu ciddiyetsizlikten utanıyorum.
Bu yüzsüzlükten utanıyorum.
Bu arsızlıktan utanıyorum.
Vatandaşını en zor anında, yalnız ve çaresiz bırakan,
bu liyakatsizlikten utanıyorum!
Aziz milletim;
Tüm bu ciddiyetsiz, yüzsüz ve liyakatsiz açıklamalara,
neden maruz kalıyoruz biliyor musunuz?
Sadece ama sadece, kriz üreten, felaket üreten;
tek adam sistemi yüzünden.
Nitekim, bu ucube sistemin, tek adamı Sayın Erdoğan;
Tüm süreç boyunca, yine her zaman olduğu gibi,
sınırsız yetkiyle donatılmış, kocaman bir sorumsuzluk hali içindeydi…
Hatırlayın;
2020’deki Elâzığ depreminde, iban numarası paylaşıp;
“Bu tür afetler, bizler için büyük bir imtihan” demişti.
Hatırlayın;
2021’de, Rize’deki, sel felaketinin ardından,
vatandaşlarımıza, keyif çayı dağıtmıştı.
Hatırlayın;
2022’de Marmaris’teki orman yangını mağdurlarına da;
paket paket çay fırlatmıştı.
Yıl oldu 2023…
Biz, “Acaba ders almış mıdır?” diye, düşünürken;
Bu sefer de, depremden 1 buçuk gün sonra,
çıktığı, ilk televizyon yayınında;
“Günü geldiğinde, şu anda tuttuğumuz defteri açacağız” diyerek,
milletimizi tehdit etti.
Enkaz altındaki insanlarımızın, yerini bildirdiği,
ve iktidarın yapamadığını yapıp;
organize olarak yardım istediği,
sosyal medyaya kısıtlama getirdi.
Sonra da çıktı, ve her felakette tekrarladığı gibi, yine utanmadan;
“Bunlar, kader planının içerisinde olan şeyler.” dedi.
Yani yine kader dedi, yine tevekkül dedi…
Gerçekten ibretlik…
Sayın Erdoğan;
Sana daha önce de söylemiştim.
Sen istediğin kadar, duymazdan gel.
Sen istediğin kadar, kulaklarını tıka.
Gerçekleri değiştiremezsin.
Tevekkül:
Her türlü tedbiri aldıktan sonra, bir işi, nihayetinde,
Allah’a havale etmektir.
Ancak, her tür tedbiri aldıktan sonra…
Hamdolsun hepimiz, kadere iman edenlerdeniz.
Hamdolsun hepimiz;
“Hayrıhi ve Şerrihi Min Allâhû Teâlâ” diyerek,
hayrın ve şerrin, Allah’tan geldiğine inananlarız.
Ancak, tevekkül, tembelliğe açılan bir kapı değildir.
Sorumsuzluğa uydurulacak bir kılıf, hiç değildir.
Yaşadığımız felaketlerin altında yatan,
büyük sorumsuzluğu, gizlemek için,
imanımızı sömürmeye kalkmak;
kimsenin haddi de, hakkı da değildir.
Tedbir almayıp, sorumluluğunu yerine getirmeyip,
milletimizin enkazdan uzanan elini tutamayıp,
üstüne de, tevekkülden bahsedip, meseleyi kadere havale etmek;
şuursuzluktur, aymazlıktır, terbiyesizliktir.
Kendi beceriksizliğini,
“kader planı” diyerek, perdeleyemezsin Sayın Erdoğan.
Kurduğun yağma düzeninin, ağır faturasını,
“kader planı”na yükleyemezsin!
Devletimizi yönetemediğin gerçeğini,
“kader planı” diyerek gizleyemezsin!
Hiç kadere sığınma!
Bu beceriksizliğin arkasındaki, tek sorumlu sensin sen!
Kızılay’in içini boşaltıp, AFAD’ı arpalığa çeviren;
devletin en kritik kurumlarının, tepelerini,
çapsız, birikimsiz, yetersiz kadrolarla dolduran sensin sen!
Bilim insanlarının, jeologların, jeofizikçilerin,
televizyonlarda, yıllardır bağıra bağıra anlattıkları,
“Kahramanmaraş’ta, 7 buçuk şiddetinde deprem olacak.” sözüne,
kulak asmayan sensin sen!
Deprem için toplanan paraları, çarçur edip,
kanal projesi peşinde, yılları heba eden sensin sen!
Milletimiz, kapıdaki depremi, çaresizlik içinde beklerken,
İmar affı ile para toplayıp, çürük binaları aklayan sensin sen!
Sayın Erdoğan;
Sen istediğin kadar, “kader planı” diyerek,
kendi beceriksizliğine, kılıf ara…
Bu felaketin, yegane sorumlusu sensin, sen!
Çünkü sen, milletimize hizmet etmek yerine,
Sarayda sefa sürmeyi seçtin.
Çünkü sen, binlerce insanımızın hayatını kurtarmak yerine,
Yandaşlarına, ihale dağıtmayı seçtin.
Hatırla;
2003’teki, Bingöl depreminde,
“deprem kader diyerek geçiştirilemez” diyen,
bizzat sendin.
Hatırla;
“Deprem felaketi, kötü yönetimin sonucudur.
tüm sorumlulardan, hesap sorulmalıdır” diyen de, bizzat sendin.
Ne oldu Sayın Erdoğan?
O günden bugüne, ne değişti?
Geçtim sorumlulardan hesap sormayı;
Felaketin, daha 3’üncü gününde,
Utanmadan çıkıp, “Bugün daha rahatız, yarın daha da rahat olacağız.” dedin.
Bugün, depremin 16’ncı günü.
Söylesene, rahat ettin mi, Sayın Erdoğan?
Tarihimizin, en büyük felaketlerinden birini yaşadık.
42 bin 310 kardeşimiz can verdi.
İnsanlarımız,
koordinasyonsuzluktan, organizasyonsuzluktan,
enkaz altından kurtarılmadığı için,
soğuktan donarak öldü.
Söylesene, rahat ettin mi Sayın Erdoğan?
Hatay yok oldu, Maraş harap oldu.
Adıyaman’da, Malatya’da, Kilis’te,
Osmaniye’de, Diyarbakır’da, Şanlıurfa’da,
Gaziantep’te, Elâzığ’da, nice ocaklar söndü.
Söylesene, rahat ettin mi Sayın Erdoğan?
Aziz milletim;
Doğrudur, depremler, doğal afetlerdir.
Ama bu afetin, felaketle sonuçlanmasının sorumlusu,
bizzat Sayın Erdoğan’dır.
Doğrudur, kaderde doğal afetler vardır.
Ama devletin kurumlarını felç edip, felakete davetiye çıkartan,
bu ucube sistemdir.
Doğrudur, depremin merkezi, Pazarcık ve İslâhiye’dir.
Ama liyakatsiz ellerin neden olduğu, bu büyük felaketin merkezi Beştepe’dir.
Değerli arkadaşlarım;
Felaketin üzerinden geçen, 16 günün ardından,
açık ve net olarak gördüğümüz, bir gerçek var.
Biz milletçe, canımızın derdindeyken,
iktidar medyası da, her zaman olduğu gibi,
propagandasının derdindeydi…
Ama tüm çabalarına rağmen;
gerçekleri yine eğip bükemediler, yine değiştiremediler.
Kampanya videoları çektiler.
Yasaklar getirdiler.
Evlere polis gönderdiler.
Ama yine de;
Sözüm ona, asrın liderinin ve asrın sisteminin,
asrın felaketine neden olduğunu gizleyemediler.
Oysa biz, İYİ Parti olarak,
Kurulduğumuz günden beri,
deprem tehlikesine dikkat çektik.
İstanbul’dan, Kahramanmaraş’a kadar,
deprem riskinin olduğu, tüm illerimizdeki,
milletvekillerimiz ve il başkanlarımız,
depreme karşı, iktidarı uyardılar.
Deprem Vergisi’nin akıbetinden,
afet toplanma alanlarının giderek azalmasına kadar,
birçok konuyu gündeme getirdik.
“Deprem değil, ihmal öldürür.” dedik.
Dinlemediler.
Hemen hemen, her meclis grup konuşmasında,
liyakatin öneminden bahsettik.
Duymadılar.
AFAD gibi, bu ülkenin canını emanet ettiği bir kurumda,
liyakati önemsemediler.
Önlerine koyulan, sayfalarca analiz ve rapordaki gerçeği,
görmezden geldiler.
Kendilerinin bile inanmadığı,
tribün tatbikatları yaptılar, ders almadılar.
SMS göndermekten bile aciz olduklarını, görmelerine rağmen,
telekomünikasyon sorunlarını gidermediler.
Ve sonuç olarak;
Yüzyılımızın en büyük depremine,
yüzyılımızın en beceriksiz, en aciz iktidarıyla yakalandık.
Yaşadığımız bu büyük felaketin,
ekonomik, psikolojik, sosyolojik, ve demografik birçok etkisi olacak.
Geçen hafta, bir konuya, özellikle dikkat çektim.
Deprem bölgesindeki göç hareketliliği,
büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
2 buçuk milyondan fazla vatandaşımızın,
tahliyelerle ve kendi imkanlarıyla,
bölge dışına çıktığı tahmin ediliyor.
Mevcut sığınmacı sorunuyla birlikte irdelendiğinde, bu durum,
gelecekte, bölgedeki insanlarımız için,
bir demografik değişim tehlikesini, gözler önüne seriyor.
Nüfusumuzun, yüzde 16’sını oluşturan deprem bölgesinde,
yaklaşık, 1 milyon 700 bin, Suriyeli sığınmacı bulunuyor.
Göçlerin yoğun yaşandığı illerimizde boşalan alanlar dışında,
göçün gerçekleştiği, Mersin ve diğer illerimizde de,
bu sorun, hayatı, giderek daha da olumsuz etkileyecektir.
Köylerin boşaltılması ise, bu kapsamda,
sadece bir demografik değişime değil,
terör örgütlerine, yeni alanlar açılmasına da neden olabilir.
O nedenle,
öncelikle Hatay’dan başlayarak, tüm Türkiye’de,
yabancılara konut satışının, durdurulması çağrımı,
buradan da tekrarlıyorum.
Bu çağrımın, ne anlama geldiğini, idrak edemeyenlerin,
zaten bu sorunu, bizzat çıkaranlar olduğunu, kimse unutmasın!
Bizim amacımız, insanlarımızın, evlerine, yurtlarına, geri dönmesi,
hiçbir vatandaşımızın, herhangi bir hakkının, kaybolmamasıdır.
Çünkü kadim devlet geleneğimizde, devleti yönetenler,
sınırlarda güvenliği, içeride ise huzuru,
temin etmekle sorumludur.
Çünkü sınır güvenliği ve milletin huzuru,
ülkenin varlığı için vazgeçilmezdir.
Ancak Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının, böyle bir derdi olmadığını,
maalesef biliyoruz.
O nedenle, buradan uyarmak istiyorum:
Özellikle bölgedeki insanlarımızın, mülklerini korumalarına yönelik,
hukuki bir çerçevenin oluşturulması,
ve farkındalık çalışmalarının, derhal organize edilmesi gerekiyor.
Evet, şehirlerimizi yeniden onaracağız.
Ve bunu yaparken de, yeni bir usulsüzlüğe ve çarpıklığa izin vermeyeceğiz.
Ancak artık, sığınmacı problemini çözme vakti gelmiştir.
Buradan iktidarı,
başlayacak olan yeni inşa süreci kapsamında,
sığınmacıları, ülkelerine geri göndermeye,
bunun için de, gerekli adımları atmaya,
ve diplomatik görüşmeleri, derhal başlatmaya davet ediyorum.
Biz, en kısa zamanda,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, bu konuda görüşmeye çağıracağız.
Eğer Sayın Erdoğan’ın inadı hala sürüyorsa,
Daha önceki çağrımı da, bu vesileyle, buradan yineliyorum.
Milletimiz için, devletimiz için, ben bu görüşmeleri yapıp,
bu sorunu çözmeye hazırım.
Bizler hazırız.
Aziz milletim; biz İYİ Parti olarak meselelerin üstesinden gelebilmemiz için önce onları konuşabilmemiz, çözüm yollarını arayabilmemiz gerektiğine inanıyoruz.
Çünkü maalesef Türkiye, gerçekleri konuşamadıkça yalan sarmallarında oyalanarak çok daha büyük sorunlara doğru sürükleniyor.
Ancak biz milletimize karşı çok büyük bir sorumluluğumuz olduğunun farkındayız.
Bu sebeple de bıkmadan, usanmadan, çağrılarımızı yapmaya; önerilerimizi, çözümlerimizi inatla anlatmaya devam edeceğiz.
Sesimiz duyulana kadar da bundan vazgeçmeyeceğiz.
Depremin olduğu ilk günden itibaren İYİ Parti olarak sahada vatandaşlarımızla birlikteydik.
Arama kurtarma ekipleri kurduk, enkazdan insanlarımızı çıkarttık.
Bölgedeki ihtiyaçları tespit ettik, yardımlarımızı yönlendirdik.
600’ün üzerinde yardım tırını, depremzede kardeşlerimize ulaştırdık.
Sahra hastaneleri kurduk.
Aşevleri kurduk.
Seyyar tuvaletler, çadırlar götürdük.
Kadın Kollarımız can siperane çalıştılar.
Açıkta kalan insanlarımızı bölgeden tahliye ettik, konaklama sağladık.
‘’Gün, eleştirme günü değildir.’’ dedik; taşın altına elimizi koyduk, AFAD’a yardımcı olduk.
‘’Gün, ayrışma günü değildir.’’ dedik; deprem bölgesindeki risklere karşı yetkilileri uyardık.
‘’Gün, yangın söndürme günüdür.’’ dedik, çözüm önerilerimizi paylaştık.
Bir yandan bu depremin ülkemizin demografik yapısını değiştirmemesi için ne yapılması gerektiğini söylerken; diğer yandan da ‘’Üniversiteler kapatılmasın, eğitime ara verilmesin.’’ diyerek depremzede kardeşlerimizin barınma sorunlarını, KYK yurtlarını kapatmadan nasıl çözeceğimizi anlattık.
Tüm gözlemlerimizin ve çalışmalarımızın sonucunda da İYİ Parti olarak bir de Acil Eylem Planı hazırladık.
Bu eylem planında; tarımdan sağlığa, sanayiden istihdama, eğitimden kurumsal kapasitenin güçlendirilmesine, sığınmacılardan barınma sorununa kadar hayati önem taşıyan birçok alanda; kısa, orta ve uzun vadede ne yapılması gerektiğini anlattık.
Ayrıca Millet İttifakı olarak da bu çerçevede bir komisyon kurduk.
Çalışmalarımızı ortaklaştırıp, en kısa zamanda milletimizle paylaşacağız.
Bölgede sürdürülebilir bir yaşamın sağlanması için iktisadi faaliyetlerin ve üretimin yeniden başlaması gerektiğini biliyoruz.
Türk sanayicisini ve emekçisini her zamankinden daha fazla desteklememiz gerektiğinin farkındayız.
Bunun için de eylem planımızın yanında adına; “İnsani Sanayi Bölgeleri” dediğimiz ve İYİ Parti iktidarında hayata geçireceğimiz bir de proje geliştirdik.
İnsani Sanayi Bölgelerimiz, bölgemizde çeşitli uygulamaları olan Özellikli Sanayi Bölgeleri ile aynı yapıda olacak.
Zemin çalışması yapılmış yerlerde 1.000 hektarlık alanlar üzerine kurulacak bu bölgeler yapacağımız uluslararası iş birlikleri sayesinde dünyanın her yerine herhangi bir tarife ve kota engeline takılmadan ihracat yapma imtiyazına sahip olacak.
Böylece depremden zarar gören illerimiz sanayi ve ihracat için bir çekim merkezi hâline gelecek.
Türk sanayisi kazanacak, doğrudan yabancı yatırım gelecek, bölge zenginleşecek ve sağlanan nitelikli istihdam sayesinde bölgenin demografik yapısı korunacak.
Kısacası Türkiye kazanacak!
Hesabını kitabını da yaptık.
1.000 hektarlık bir İnsani Sanayi Bölgesi’nin altyapı ve kurulum maliyeti 8 milyar lira.
Bir İnsani Sanayi Bölgesi 30 bini doğrudan olmak üzere 65 bin kişilik istihdam sağlayabiliyor.
Yani depremden etkilenen illerimizde kuracağımız 4 İnsani Sanayi Bölgesi’yle en az 250 bin insanımıza istihdam sağlayıp 1 milyondan fazla vatandaşımızı da kendi memleketlerinde eskisinden daha iyi koşullarda yaşatabiliriz.
‘’Hesabını kitabını yaptık.’’ derken finansmanı nasıl sağlayacağımızı da planladık.
İYİ Parti olarak daha önce önerdiğimiz Emlak-Sanayi Modeli’miz ile bu bölgelerde faaliyet gösterecek şirketlerimizin arsa ve inşaat maliyetlerini uzun vadeye yayacağız.
Böylece bu şirketler üretim yapmak için ihtiyaçları olan makine ve ekipman yatırımlarına daha kolay kaynak ayırabilecekler.
Ayrıca yine daha önce tanıttığımız Takas Fonu’muzda biriken gelirin bir kısmını da bu projede kullanacağız.
Bunun yanında ise sosyal etki ve kalkınma etki tahvillerinden elde edeceğimiz gelir ile konut, okul, hastane gibi inşaatların maliyetini karşılayacağız.
Yani İYİ Parti olarak biz diyoruz ki; gelin, yaralarımızı beraber saralım.
Bu depremin yol açtığı enkazdan; sanayimizle, üretim gücümüzle, ihracat kabiliyetimizle
ve işçimizin alın teriyle çıkalım.
Kimse merak etmesin.
Bu zorluğu da atlatacağız.
Yaralarımızı birlikte saracağız.
Milletçe el ele verecek ve iyileşeceğiz.
Zengin, mutlu ve güçlü bir Türkiye’ye mutlaka ulaşacağız.
Değerli milletvekilleri;
İktidarın her türlü sabotajına rağmen,
bu zorlu süreçte, millet olarak;
Birbirimize karşı, sorumlu olmanın,
dayanışmanın, işbirliğinin, en güzel örneklerinden birini sergiledik.
İktidarın dayattığı, tüm oculuk, buculuk tartışmalarını,
el ele verip, birlikte dağıttık.
Hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için;
bir olduk, beraber olduk, birlik olduk.
Farklı ideolojilerden, farklı toplum kesimlerinden,
farklı yaş gruplarından, farklı kültürlerden,
farklı şehirlerden insanlarımız,
birbirinin yardımına koştu.
Ve bu büyük millet, devletini,
aciz bir iktidarın, üzerine yıktığı enkazdan, çekip çıkarttı.
Kendinden olmayan, ya da çökmeyi başaramadığı,
tüm sivil toplum kuruluşlarına, hasetle bakan iktidara inat;
sivil toplumun önemine ve gücüne, şahitlik ettik.
Bu vesileyle;
emek veren, ter döken,
depremden etkilenen insanlarımızın acısını, yüreğinde hisseden,
her vatandaşımıza, her siyasi partiye, her derneğe,
madenci kardeşlerimize,
arama kurtarma gönüllülerine,
iktidarın iş bilmezliklerine rağmen,
görevini hakkıyla yapmaya çalışan, devlet görevlilerimize,
ve yardımımıza koşan, tüm ülkelere ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım;
İnsanlarımızın mağduriyetlerini, fırsat bilip,
bu depremi, bir inşaat şovuna dönüştürmeyi planlayanların farkındayız.
Bu büyük felaketin sorumlusu, kendileri değilmiş gibi,
felaketten seçim vaadi devşirmeye kalkanların farkındayız.
Depremi bir sahne olarak görüp,
sergiledikleri performansla, öfkeli insanlarımızı,
bireysel hedefleri doğrultusunda,
etkilemeye çalışanların farkındayız.
Fırsat bu fırsat diyerek;
depremzedelerimizin acılarının üzerinden,
hesap görmek isteyenlerin farkındayız.
Bulanık suda balık avlamak isteyenlerin,
Yangını söndürmenin değil,
yangından mal kaçırma peşinde olanların da,
elbette farkındayız.
Varsın olsun.
Biz, İYİ Parti olarak;
Bunların hiçbiriyle ilgilenmeyecek;
her zaman olduğu gibi, milletimizin yanında duracağız.
Öncelikle, depremden etkilenen vatandaşlarımızın, yaralarını saracağız.
Sonrasında ise;
Ülkemizin başına bela edilen, bu ucube sistemden, kurtulmak için,
var gücümüzle çalışmaya, devam edeceğiz.
Çünkü insanımız, huzurla nefes almayı hak ediyor.
Çünkü milletimiz, güneşli günleri hak ediyor.
Çünkü Türkiye, çok daha iyisini hak ediyor!
Emin olun;
Hakk’ın vadettiği günler yakın!
Kim bilir; belki yarın, belki yarından da yakın!
Toplantımızı şereflendirdiniz.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.